TanBerk: Elgar’ın Lanetlileri adlı epik bir fantastik temalı olan bu romanın tanıtım yazısı ile farklı bir konuda yazı yazmak istedim. Aslında uzun zamandır düşünüyordum ama emin olamıyordum. Programlama dersleri yazıyor olsam da sonuçta kişisel sitem olduğundan çokta takılmamam gerektiğini düşünüyorum.
Eğer sizlerde benim gibi epik fantastik temalı romanları seviyorsanız, Enes Sevim tarafından yazılan dumanı üzerinde bu güzel bu romanı da seveceğinizi düşünüyorum ve en kısa sürede temin edip okumanızı tavsiye ediyorum.
Tanberk: Elgar’ın Lanetlileri
Romanın Konusu:
Hikâye, içinde yaşayanlara Elgar’ın Lanetlileri denilen bir ormanda, Elgar Ormanı’nda geçiyor. Denildiği gibi lanetli olmayan bu orman halkı, kendilerini bekleyen esrarengiz tehlikeden henüz habersiz bir şekilde yaşayıp giderlerken, Tan, küçük dertleriyle boğuşmak işe meşgul…
Tan’ın bu küçük dertlerinin, tüm dünyası kadar büyük bir amaca, ulu bir gayeye dönüşeceği günlere doğru habersizce ilerliyor. Bu günlere daha yakın olan abisi Berk ise kılıcını kınından çoktan çıkarmış bile. Bu iki kardeş, ellerinde olmayana yas tutarken, avuçlarındakiler için fikir ayrılığına düşüyorlar.
Yazarın izni ile romanın ilk bölümünden bir bukleyi sizlerle de paylaşıyorum.
Ayrıca yazarın kendi elinden çıkan tanıtım yazısına da buradan ulaşabilirsiniz.
Bölüm I
ANSIZIN GELEN SES
Elgar Ormanı, görkemli ağaçlarıyla yanından geçenleri korkuturdu. Gündüz vakti orman, yemyeşil yapraklarıyla insanı içine çekerdi. Geceler, etrafı aydınlatan ışıkları yuttuğundaysa, ormandaki renkten ve hayattan yoksun yapraklar, ıssız bucaksız bir mezarlığın çiçeklerine benzerdi. Ormandan dışarıya vuran şiddetli uğultular tüyleri ürpertirdi. Ormandaki ürkütücü sesler, akıllarda, kimi zaman avlananın çığlığını, kimi zaman ise avcının kahkahasını canlandırırdı. Bu ormana girmeye cesaret edebilecek kişi sayısı yok denecek kadar azdı. Korkularını yenip ormana dalanlar, insanlar tarafından cesaretleriyle değil de aptallıklarıyla bilinirlerdi.
Bu orman ne kadar tehlikeli olsa da asırlardan beri içinde yaşayanlar vardı. Onlara “Elgar’ın Lanetlileri” derdi insanlar. Ama gerçeklerden bihaberdiler. Lanetliler denen bu insanlar, ormanla birlikte yaşamaya çoktan alışmışlardı. Artık onlar da ormanın birer parçasıydılar. İhtiyaçlarını ormandan tedarik eder, gerektiğinde avlanırlardı. Karşılığında ormanı korur, ormanın düzenine saygı duyarlardı.
Ormanın en derin olduğu yerde, diğer tüm ağaçları çevreleyen koca bir ağaç vardı. Bu ağacın adı Yaşam Ağacı’ydı. Bu ağaç o kadar büyüktü ki bu coğrafyadaki insanlar, yönlerini Yaşam Ağacına bakarak tayin ederlerdi. Yaşam Ağacı, çevresinde bulunan bitkilere kökleriyle besin takviyesi yapardı. Bu sayede ormandaki bütün canlılar bu durumdan istifade ederdi. Eğer bu ağaca bir zarar gelirse, bütün Elgar Ormanı bundan etkilenirdi.
Yaşam Ağacının zirvesinde, normal bir insan gözüyle görülemeyecek uzaklıktaki yerleri görebilen biri vardı. Bu kişinin adı Trakel’di. Hafif şişmanca bir vücudu, sapsarı ve kısa saçları vardı. Yuvarlak kafası ve sakalsız yüzüyle bir çocuğu andırırdı. Boynuna mor renkli bir düdük asılıydı. Trakel, gün boyunca insanlarla neredeyse hiç konuşmaz, hep hayvanlarla ilgilenirdi. Trakel’in en sevdiği ve belki de tek yapmak istediği şey, hayvanlarla bir arada olup ağacın tepesindeki görevini yerine getirmekti. Görevi, ormanı ve ötesini gözlemlemek ve bir tehlike olduğunda yetkili insanlara haber vermekti. Büyük önem taşımayan bir durum olduğunda, kuzgunları devreye sokup aşağıdaki insanlara mesaj yollardı. Ancak tüm ormanı ilgilendirecek kadar tehlikeli bir durum olursa boynuna asılı olan düdüğü çalar ve ormandaki herkesin tetikte olmasını sağlardı.
Trakel, ağacın tepesine yakın bir yerde, ağaç dallarıyla inşa ettiği küçük bir kulübede yaşardı. İnsanlarla birlikte aşağıda yaşamamasının sebebi hem onlara katlanamaması hem de görevinin onu zirveye yakın bir yerde yaşamaya zorunlu kılmasıydı. Trakel, kuşların çok ses çıkarması gibi bazı sorunlarla karşılaşsa da bu kulübede yaşamaktan memnundu.
Trakel, kulübesinin onun için bile küçük olan kapısından çıktı. Etraftaki dallara tutunarak yukarı doğru tırmanmaya başladı. Dikenli dallar tarafından çizilmemek için uzun bir kıyafet giyerdi. Biraz daha tırmanınca ağacın tam tepesinde yer alan Hamra kuşu yuvasını gördü. Büyük çalılardan yapılmış yuvanın üstü yapraklarla doluydu. Trakel, hayvancağız rahat etsin diye bu yaprakları koymayı akıl etmişti. Elini yuvaya atıp kendini çekti ve artık zirvedeydi. Önünde devasa bir yaratık vardı. Yuvanın neredeyse tamamını kaplıyordu. Bu canlının adı Hamra kuşuydu. Mışıl mışıl uyuyordu. Trakel’in dört misli boyunda olan kuşun kırmızı renkli tüyleri vardı.
Hamra kuşu uzun ve siyah gagasının üzerindeki burnundan derince nefes alıp yavaşça veriyordu. Yaklaşıp kuşun kanadına yaslandı. Kuş, Trakel’e alışkın olduğundan ondan rahatsız olmazdı. Hamra kuşunun tüyleri o kadar uzundu ki Trakel ona yaslandığında içinde kayboluverdi.
Trakel, gökyüzünü seyrediyordu. Bu gece, Yaşam Ağacı’nın tepesi eşsiz bir manzaraya sahipti. Işıl ışıl parlayan Ay’a ve yıldızlara rağmen, gökyüzündeki zifiri karanlık etkisini kaybetmiyordu. Trakel’in ihtiyaç duyduğu tüm ışığı sağlayan dolunay, çok yakında gibi göründü. Sanki etrafta sadece Trakel, Hamra Kuşu ve dolunay vardı.
Trakel, tam Hamra kuşu gibi gözlerini kapatıp uykuya dalacakken görevi aklına geldi. Etrafı gözetlemeliydi. Uykuya kısa bir ara vermeye karar verip yaslandığı yerden yavaşça doğruldu. Trakel’in masmavi, içinde deniz dalgalarına benzeyen desenler olan gözleri, eşsiz bir yeteneğe sahipti. Kilometrelerce ötesini görebilme yeteneğiydi bu. Çevreyi son bir kez gözetleyip uykuya geri dönmeye karar verdi.
Etrafına baktı. Orman sakin göründü. Bu saatlerde herkes evinde uyuyor olurdu. Koca ağaçların arasındaki patikalarda da kimsecikler yoktu. Biraz daha baktı. Bir ağacın altında tünemiş birkaç kişi vardı. Bunlar: Tan, Yaprak ve Mel’di. Tan yine yemek hırsızlığı yapacak gibi görünüyordu. Uykusunu bölmeye bile değmeyeceğini düşündü. Ormanda rapor etmeye değer bir hareketlilik yoktu. Ama hala içi rahat değildi. Daha ileriye baktı; ormanın yanında bulunan Dayar köyü, tüm ışıklarını söndürmüş istirahat ediyordu. Köyün girişinde bulunan bekçiler bile mayışmışlardı. Burada da endişe edilecek bir durum yoktu. Ancak Trakel yine de daha ileriye, çok daha ileriye bakmak istedi. Köyün, tarlaların ve gölün arkasında bulunan karla çevrilmiş, Zen Dağı’na baktı. Trakel birden canlandı. Dağda bir hareketlilik vardı. Dağın tepelerinden aşağı doğru inen bir grup insan gördü. Siyah kürkler giymişlerdi. Sırtlarındaki kılıç benzeri aletler, barışçıl bir grup olmadıkları anlamına geliyordu. Siyah kürkleri, neredeyse vücutlarının her yerini kaplamıştı ama yüzleri görünüyordu. Trakel, aralarından birini tanıdı. Gördüğüne inanamadı. Bu kişinin adı “Barlas”’tı. Bu adam, geçmişte ormana büyük zarar verdiği düşünülen biriydi. Ormandan kaçtıktan sonra yıllardır kendisinden bir haber alınamamıştı. Ama şimdi buraya, Elgar Ormanı’na doğru geliyordu. Hem bu sefer yanında birilerini de getirmişti. Vaziyet hiç de iyi görünmedi Trakel’e. Sadece kuzgun yollamak yeterli olmayacaktı. Boynundaki düdüğüne baktı. Artık düdüğünü çalması gerekiyordu. “Bu güzel gecede neden bir aksilik olmak zorundaydı ki?” diye içinden geçirdi. Yanında, ona arkadaşlık eden Hamra kuşu hala derin uykusundan uyanmamıştı. Onu uyandırmak istemezdi ama yapacak bir şey yoktu. Trakel düdüğünü çalacaktı. Tam o sıralarda Yaşam Ağacından yarım saat uzaklıkta, bir ağacın arkasında, üç arkadaş; Yaprak, Mel ve Tan plan yapıyorlardı.
TanBerk: Elgar’ın Lanetlileri romanından paylaştığım bu kısa parçaya bakarak romanın ilerleyişi hakkında az da olsa bir fikre sahip olabilirsiniz. Merakla ve hemen bitirmek isteyerek okuyacağınız bir roman olduğunu düşünüyorum. Yukarıda paylaştığım ilk kısımdan bile romanın her sayfasında merak uyandıracağı ve bir an önce bitirmek isteyeceğiniz güzel bir roman olduğu anlaşılıyor…
TanBerk: Elgar’ın Lanetlileri romanını okuyanlarınızın yorumlarını bekliyorum.
Kitaba ulaşmak için gerekli linki de buraya bırakıyorum…
Diğer Kitap konulu yazılarım için bu linke tıklayabilirsiniz.
Hocam ellerinize sağlık. Güzel makale olmuş.